Hızlı başlamıştı gün, duşunu alıp hemen dışarı atmıştı kendini. Tabii ki çoğu zaman olduğu gibi kahvaltıyı es geçmişti. Herkesi ele geçiren hastalık onu da egemenliği altına almıştı ama bu sene öncekilerden farklı olarak en geç hasta olanlardan olmuştu. Zaten şimdiye kadar hasta olmadığına şaşırıyordu, sonunda rahatlamıştı -hasta olmasa kesin bir problem var demekti. Belki de hastalığına da güzel bir taraftan bakmaya çalışıyordu.
Yürürken arka fonda çalan yüksek sesli müzik eşliğinde düşüncelere, hayallere dalmayı çok severdi. Kim sevmezdi ki zaten? Fakat bu defa müzik yoktu, hastayken hiçbir şey yapası gelmiyordu. Tabii ki bu, düşüncelere dalmasına da engel değildi.
Düşüneceler sirkülasyonu o, ilk fark ediş anına götürdü. Varmakta olan kıştan bir önceki kıştaydı o muhteşem, akıldan çıkmayacak an. Aşktan, mutluluktan hele ki ilk görüşte etkinlenmekten umudunu kestiği zamanlardı. O ana kadar aşkı, mutluluğu çok aramıştı, her yerde aramıştı ama yoktu işte, en ufak bir kırıntı bile yoktu. O andan sonra ise çocukken okuduğu bir kitaptan aklında kalan “Aramakla bulunmaz lakin bulanlar arayanlardır!” sözü her şeyi çok güzel özetleyecekti.
O an! Bir anda fark etmişti onu. En çok gözleri ve masumluğun maddeye bürünmüş hali olan yüzü dikkatini çekmişti. Kesinlikle diğerlerinden farklıydı, bambaşkaydı. Farkında olmadan bir süre izledi, sadece izledi, yandığını, eridiğini hissetmeden izledi…
Onlarca defa aynı ortamda bulunmuştu ama neden şimdiye kadar fark edememişti? Zaten bu kadar geç fark etmesinin zararı çok çok pahalıya patlayacaktı kendisine, o andan sonra birkaç defa daha gördükten sonra aylarca göremeyecekti, aylarca arayacaktı her yerde…
Yine bir kapıya gelmişti, yine düşüncelerden sıyrılmak zorunda kalmıştı. Vardığı yer de zorunluktan varmış olduğu bir yerdi. Zorunluluktan nefret eden biri için bu kadarı fazlaydı, üstelik hastaydı da…
Gittikçe kendini daha çok hissettiren hastalık en sevmediği evreye geçmişti; düşüncelerini de etkilemeye başlamıştı. Yine kötü olan hava, zorunluklar, hastalık… bir gün daha ne kadar kötü olabilirdi ki? Tüm bunları düşünerek durumunu daha da kötüye sevk ederken göz bebekleri bir anda büyüdü: bu berbat gün çok güzel bir güne dönüşebilirdi.
Dönüşebilirdi ama bu onu görebilirse mümkündü ancak. Nasıl görebilecekti ki? Kendine söz vermişti bir kere onu rahatsız etmeyecekti, onun bulunduğu yerlerde mümkün oldukça olmayacaktı. İçini daha büyük bir umutsuzluk kaplamışken en azından hastalığım için bir şeyler yapayım diye düşündü. Sıcak bir şeyler içmeliydi, çok sıcak.
Hızlı hızlı çay almaya giderken kalabalığı fark etti. Herkesin aynı anda bir şeyler içesi, yiyesi gelmişti sanki. Almaktan vazgeçmeyi düşünürken bu kadar yolu boşuna gelmiş olmak istemeyişinden olmalı ki kalabalığı o da dahil oldu.
Sıranın bir an önce bitmesini dilerken birden O’nu gördü. Çok anlıktı ama yanından geçip gitmişti, çok yakınındaydı. İnanamıyordu. Anın şokunu atlattıktan sonra hep olan bir şeyi fark etmişti, yüzü düşmüştü kendisini fark ettiğinde. Neden böyle oluyordu ki? Bunları hak edecek ne yapmıştı ona? Bütün bunlar hep iyi biri olduğu için geliyordu başına, biliyordu… Belki herkes gibi olup, şerefsiz, adi olsaydı bunlar başına gelmezdi. Zaten başına ne geliyorsa hep “iyi” biri olduğu için geliyordu, çok “düşündüğü” için geliyodu…
Tüm olana rağmen anlık da olsa görmek yeterdi onun için, gününün muhteşem olması için. Bugün de yaşam sevinci dozundan alabilmişti. Üstelik daha birkaç gün öncesinde almışken bu kadar erken olmasını beklemiyordu. Belki de evren bir şeylerin haberini şimdiden vermeye başlamıştı…