Bir önceki günlerden farkı olmayan yeni bir sabaha uyandı. Uyanmak yetmiyordu, güne başlamak için bir neden gerekiyordu; o puslu, gri havada sıcacık yataktan çıkaracak bir neden! Her zaman bir neden olurdu ama son bir yıldır farklı, büyük bir neden bulmuştu kendine… Yine aynı nedeni düşünüp kafasında da teyit ettikten sonra çıkabildi yatağından.
Günü yoğun geçmeliydi, çok çalışmalıydı. Neyse ki şanslı ademoğullarındandı, sevdiği işlerle uğraşabiliyordu. Fakat bugün diğerlerinden farklıydı. Önceki haftalarda keşfettiği bir ritüelden ötürü kaç zamandır istediği şeyi gerçekleştirebilecekti. Yaşama sevincinden bir doz alabilecekti.
Eyleşti, çokça eyleşti çünkü aklı hep aynı yerdeydi ve bu etkiliyordu, her şeyi etkiliyordu. Velhasıl kendini çiseleyen yağmurun altına bırakmıştı. Yağmurdan nefret ederdi, ıslanmaktan nefret ederdi. Dolayısıyla şehrin sevmediği tek yanı buydu, orospu diye tabir ettiği lanet havası… Havaya, şehre, ona buna küfrederek vardı asıl varmaması gereken yere. Bekledi. Zamanın akmasını, kavuşmayı bekledi ama zaman durmuştu, akmıyordu bir kere…
Bir şeylerle uğraşmaya çalıştı; yemeye çalıştı, konuşmaya çalıştı ama yok. Hiçbirini tam yapamıyordu. O anın heyacanı şimdiden kalbinin çarpıntılarında hissediliyordu. Derken vakti durduramadığının bilinciyle zamanın yaklaştığını fark etmişti. Belki zamanı durduramıyordu ama o anın var olmasını engelleyebilirdi. Bir anlığına gelen bu düşünceden uzaklaşıp hemen yola koyuldu.
Koşar adımlarla, çoşkuyla, göğsündeki boşlukla, heyacanla, korkuyla gidiyordu. O ana gidiyordu. Acaba doğru bir çıkarımda bulunmuş muydu? Ritüel devam edecek miydi? Etse bile aynı şey olmayacak mıydı? O nefret bakışlarını yüzüne yüzüne çarpmayacak mıydı? Değer miydi tüm bunlara? Değip değmeyeceğini o an gerçekleşmeden asla bilemeyeceğinden olsa gerek yine denemeye karar verdi.
Yürümeyi çok severdi, üstelik varması gerekene giden o ağaçlarla örülmüş yolda yürümenin ayrı bir huzuru vardı. Ah! Lanet yağmur yine başlamıştı, sanki sadece o dışarı çıktığında başlıyor bir yere geçince de duruyordu. Tüm o tiksinçliğine rağmen yine de getirdiği temizliğin, saflığın kokusu muhteşemdi, seviyordu. Hava da An’a hazırlıyordu onu. Belki de evren işbirliği yapıyordu… Bu saçmalıklarla hayal kurmaktayken kapıya vardığını fark etmesiyle sıyrıldı tümünden.
Tam olarak nereye gideceğini biliyordu ama yine her yeri taramalıydı, risk alamazdı. İlk kata hızlıca göz attı, yoktu. İkinci kata geçti ve hemen sola döndü çünkü hep buralarda olurdu. Hızla yürümeye başladı, arkası dönük saçlarını çok güzel toplamış birini gördü. O muydu? O olmalıydı aynı yer, aynı zaman ve evet oydu, çantasından tanımıştı.
Büyük bir salaklık yapmıştı, hızla yanından geçtiği için yüzünü bile görememişti… Acaba O fark etmiş miydi onu? Yüzünü ekşitmiş miydi yine? Nefret bakışlarını fırlatmış mıydı?
Geri dönemezdi artık, o an geçmişti ama vazgeçecek miydi? Kadere inansaydı vazgeçerdi belki ama inanmıyordu. En azından kaderini kişinin kendisinin belirleyebileceğini biliyordu. Bu gazla geçti bir köşeye ve klasik çaktırmama edalarıyla izlemeye koyuldu yaşam kaynağını.
Bugün başkaydı, hep başkaydı ama bambaşkaydı bugün. Bir süre izledi; saçlarını, telaşlı okumalarını, müziğe ritim tutan ayak sallamalarını, ara ara düşüncelere dalan masum gözlerini… Saniyenin onda biri hızda bakmasından olmalı ki doyamıyordu, rahatsız olma ihtimalinin de verdiği ürkeklikle bakabildiği kadar sık baktı…
Birden içinden bir ses kalkmasını ve alt kata inmesini istedi. Dinledi de sesi yavaşça kalktı O’na en yakın merdivenlere yöneldi. Gittikçe yaklaştı, yaklaştıkça daha net gördü, göğsündeki boşluk arttı, her yerine yayılan huzuru hissetti. Tam en yakın olduğu ve köşeyi döneceği anda O da birden hareketlendi. O milisaniyelik anda kalbi çarpıntıda göğsünden çıkacak gibi oldu. Bu da yetmezmiş gibi saflığın timsali olan tam olarak onun olduğu yere döndü. Tam o anda o da köşeyi döndü.
Aman Allah’ım! Görmüş müydü onu? Fark etmiş miydi? O’nu takip ettiğini anlamış mıydı? Sapık gibi mi görüyordu? Tesadüf gibi gösterebilir miydi? Tüm bu korkulu soruların etkisiyle O’nun kendisini yeşimeyiceğine emin olduğu bir hızla aşağı indi ve izbe bir yere geçti, saklandı.
Kendinden utanmıştı. Neden bunları yapıyordu? Kim olursa olsun bunları yapmaya hakkı var mıydı? O’nu rahatsız etmeye hakkı var mıydı? Ama O da hiç fırsat tanımamıştı. Gerçi bunun nedeni de kendi hatasıydı. Kısır döngüden hemen çıkıp O’nunla karşılaşmayacağına emin olduğu bir vakitte eski yerine geçti.
Hala yerinde yoktu, boş koltuğu seyretmekteydi. Bekledi biraz, biraz daha bekledi ve geldi. Bir süre daha saniyenin onda biri hızında izledi. Sonra gitmeye karar verdi. Daha fazla rahatsız etmemeliydi onu. Gerçi onun varlığından bile haberdar olmaması çok büyük ihtimaldi ama ne önemi vardı bunun. O’nu incitme ihtimali bile olmamalıydı. Kalktı yerinden yavaşça, yine ona yakın olan merdivenlere yöneldi ve bu defa hiçbir şey olmadı. Sonradan anlayacaktı ki o ilk kalktığında büyük bir fırsatı kaçırmıştı ve öyle fırsatlar kolay kolay bulunmazdı.