Pencerenin kenarında oturmuş çayını yudumlarken tane tane yağan kar tanelerini izliyordu. Kışı hiç sevmese de bu beyaz örtü bambaşkaydı; sanki evren birden yavaşlıyor ve tüm kötülüklerin üstü kapanıyordu. Üstelik yağmur gibi de değildi kar; asildi, temizdi, zararsızdı…
Çayının bittiğini fark edince bir fincan daha içmek için mutfağa doğru gitmek üzere harekete geçecekken yan odadan sesler duydu birden. Hızlıca odaya yöneldiğinde oğlunun çığlık attığını anladı, yine kabus görmüş olmalıydı. Odaya girer girmez oğluna sarıldı ve korkusunun geçmesini bekledi. Anne sıcaklığı hemen etkisini göstermişti ve küçük çocuğun nefes alışverişi yavaş yavaş normale dönüyordu. Hıçkırıklar azalınca korkunç bir rüya gördüğünü ama ne olduğunu hatırlamadığını söylemişti yine. Sıkça olmasa da hep bu şekilde uyanıyor, her seferinde hatırlamıyor ve hep aynı dakikalarda -tam saat 04:56 ile 05:04 arası- uyanıyordu. Doktorlar normal dese de bir terslik olduğu kesindi ya da annelik dürtüsüyle fazladan evham yapıyordu…
Çocuğunu tekrar uyuttuktan sonra çayını tazeleyip yine her zamanki köşesine geçti ve tekrardan kar tanelerini izlemeye koyuldu. İzlerken doğanın ve hayatın ne kadar düzenli olduğu fark etti; kar taneleri bir düzende yağıyordu, kendisi hep aynı yere oturup düşüncelere dalıyordu, ağaçlar belli bir düzene göre yeşeriyor, belli bir düzene göre yaprak döküyordu… Hatta oğlunun kabusları bile belli bir düzendeydi. Tam ne kadar güzel her şeyin belli bir düzende işlemesi hatta kendi hayatım bile düzenler bütünü diye aklından geçirirken birden yine aynı hataya düştüğünü fark etti.
Hayır! Bir düzen yoktu hayatında. Her ne kadar zamanında her şeyini bir düzene göre ilerletmeye çalışsa da sürekli planlamadığı şeylerle boğuşmuştu. Bu boğuşmalar sırasında tek yapmaya çalıştığı ise kendine belirlediği planlar dahiline geri dönebilmekti. Fakat bunu her deneyişinde işler daha da kötüye gitmişti. Çünkü evrenin bir kuralıydı bu, biz başımıza gelen her şeyi -buna kendi hayatlarımız da dahil- bir düzene koyamayız. Kendi kaderimizi ancak belli bir evreye kadar yaratabilirdik.
Bu kural her ne kadar basit ve kolay fark edilir gibi görünse de ona çok şeyler kaybettirmişti. Kendi hayatını çizmeye başladığı o yirmili yaşların başlarında ne kadar gereksiz şeylerle boğuştuğunu acı acı hatırladı. Halbuki biraz daha erken fark etse her şeyin istediği gibi ilerleyemeyeceğini, mutluluğu da başarıyı da çok daha erken tadabilirdi. Ah keşke önüne gelen o spontane fırsatları kaçırmasaydı, keşke planları dışına çıkınca da mutlu olabileceğini biraz daha erken fark etseydi. Keşke yine böyle bir gecede düşünürken fark ettiği gerçek onu daha erken bulsaydı.
Elbette keşkelerle bir yere gidilemeyeceğini bildiğinden bu kuralı öğrenir öğrenmez hayatını ona göre şekillendirip mutluluğu da başarıyı da çoğu akranına göre erken tatmıştı. Şimdilerde belki o ilk hedeflediği çok yüksek noktalarda değildi ama mutlu bir ailesi, başarılı bir işi vardı. Hepsinden öte bir anneydi. Gerisi ne kadar önemliydi ki?
Düşüncelerden sıyrıldığında kar tanelerinin de artık havada süzülmediğini fark etti. Acaba kar yağmayı bıraktığı için mi düşüncelerden sıyrıldım demekten kendini alamadı. Hafifçe bir iç geçirdikten sonra ilk yaptığı şey ertesi günün yapılacaklar listesine şu anda adını hatırlamadığı ünlü bir düşünürün sözünü evin görünen bir köşesine asmak maddesini ekledi.
Hayat, biz planlar yaparken başımıza gelenlerdir.