Her zamanki puslu, gri havada yürüyordu. Yine canı sıkkındı, yine bir hüzün çökmüştü, şehre, içine. Bu defa havadan değildi bu hüznün nedeni, gidiyordu… Aşık olduğu şehri, aşkı bulduğu şehri ertesi gün terk edecekti. Üstelik her seferinde bu şehre gelmek için can atan biriydi bir zamanlar, şimdi olabildiğince çabuk uzaklaşmak istiyordu.
Kaçıyordu İstanbul’dan çünkü burası artık kendi kendine acı çektirdiği bir yer haline gelmişti. Öyle bir duruma gelmişti ki hem sağlığı hiçbir şey yapmasına izin vermiyor hem de kendi de istemiyordu. İşte, bu durumdan uzaklaşabilmek için kaçıyordu bu şehirden… Kaçıyordu ama geri geleceğini ve geldiğinde her şeyin çok daha iyi olacağını da biliyordu. Çünkü ne olursa olsun yaşama sevinciyle dolu, kendi kendini motive eden biriydi.
O malum olayları bir defa daha düşünmek istedi ama aklı sürekli önceki gündeydi. O’nunla aynı ortamda bulunabilmişti ve yapmaması gerekiyordu biliyordu ama yine de izlemişti onu o saatler boyu süren dakikalarda, bu, bu muhteşem bir şeydi. Aynı zamanda bu, O’nu uzunca bir süre için son defa görüşüydü. En acısı da buydu belki de… Nabzının tüm o süre boyunca nasıl da arttığını, tıpkı tam bir yıl önce yine aynı nedenden aynı ortamda bulunduklarındaki gibi olan hareketlerini unutamıyordu bir türlü…
Yürümeye devam ediyordu, şarkılar birbirini kovalarken fark etti ki arka planda,
Sesi kulaklarımda hiç duymamış olmama rağmen
Düşün ki seni göremedim bi' kere daha ben
Bu yüzden içimde matem halen
Madden manen bittim kabullendim yok ki çarem
Ne insafsız ne vicdansızsın, ilhamımsın, ilhamımsın...
sözleri geçen ve durumu en iyi özetleyen şarkılardan biri çalmaktaydı…
Sonunda aklından hiç çıkmayan o olayları düşünmeye başlamıştı. Her seferinde nerede yanlış yaptım, nerede hata yaptım demekten kendini alamıyordu. Yoksa bir yanlışı yok muydu? Kaderi mi böyleydi? Her ne kadar kaderin böyle olması gibi bir basit neden istese de öyle değildi. Büyük bir hata yapmıştı aslında.
Evet, aşık olmuştu, evet çok seviyordu ama O’nun da aynı şeyleri hissetmesi için bir neden yoktu. Bu yüzden O’ndan da böyle bir şey istemek çok mantıksızdı. Peki başka türlü nasıl olacaktı? Aslında sürekli sürekli bu olanları düşünürken fark etmişti ki O’na bu derece bağlanmasının nedeni bir şekilde O’nun Ezha’yı, Ezha’nın da O’nu anlayabilcek biri olduğuna inanmasıydı, bilmesiydi… Anlayabilmek göründüğünden daha önemliydi çünkü konuşacak, derdini anlatacak, kendini anlayabilecek birini bulamadığından (muhtemelen O da bulamıyordu) tüm o hayat, başarı, çaba hiçbir anlam ifade etmiyordu. Bu yüzden keşke bunların hiçbir olmasaydı da onunla konuşabilme, arkadaş olabilme şansına erişseydim demekten de kendini alamıyordu…
Düşünceler birbirini kovaladı, acılar arttı, şehir karardı, çıkmaz yol daha da labirent halini aldı… Hayatında ilk defa çıkış yolu bulamıyordu, biliyordu her şey birbirine bir şekilde bağlıydı, her şey bir şekilde çözülecek ama nasıl? Nasıl? Öyle geliyordu ki bu defa ipler kendi elinde değildi ve düğümü çözecek kişi de kendi değildi…