Sürekli kar yağan yerlerde büyümemişler için hayallerde hep sakin sakin lapa lapa yağarken altında yapılan romantik, huzurlu yürüyüşler vardır. Benim gibi idealist, yalnız ve sıcak bir iklimde büyüyenlerin düş alemlerinde de hem büyük bir ilham kaynağının hem de huzurun doruğuydu bu beyaz mucize.
Şanslıydım ki yağmayan kar en çok ihtiyacım olduğu dönemde, çok geç bir vakitte de olsa şubatın son haftasonunda yağmıştı. Her taraf bembeyaz olduğunda aklımda olan tek şey dışarı çıkıp karın altında yürürken ilhamlar bulup iç huzurumu zirveye çıkarmaktı. Aklımdan geçeni her zamanki gibi yapıp dışarı attım kendimi. Attım lakin berbat, insanın içine içine esen rüzgarları olan bir şehirde yaşadığımı unutmuştum… Her taraftan esen rüzgar ne tarafa dönersem döneyim önümü görmemi, kafamı kaldırmamı engelliyordu. Üstelik kat kat giyinmeme rağmen kelimenin tam anlamıyla donuyordum da…
Çam ağaçları beyaz ve yeşilin dansıyla, bahara hazırlanan ağaçlar mor çiçekleriyle, çocuklar sevinçleriyle muhteşem bir atmosfer yaratsa da rüzgarla tipi gibi yağan kar her şeyi mahvetmeye yetiyordu. Al sana ilham al sana huzur demekten ve kendime kızmaktan alamıyordum kendimi.
Küfrede küfrede yürürken bir anda neden kendime kızdığımı anlamadım. Benim suçum değildi, üstelik her şeyin düşlerimizdeki gibi olması gerektiği gibi bir kaide de yoktu. Bu olumlu atmosfer o an aklıma “Acaba bu berbat havada da ilham bulunabilir miydi?” sorusunu getirdi. Yine pragmatistliğimi konuşturmuştum. Düşünmek kolaydı, zor olan fiile dökebilmekti bunu. Sahi, ilham nasıl bulunurdu?
İlk olarak aklıma her zamanki yaptığım şey geldi; son seste bir müzik açıp kulaklığımı taktım. Sonrasında ise yürümeye başladım; bir yerde duymuştum yürürken düşünme hızımız %10 artarken okuduğuma bir yere göre de yaratıcılığımız da normal zamanlarlara göre çok daha fazla oluyordu yürürken. Ama ilham böyle duygusal olmayan, kağıt üzerindeki şeylere ne kadar bağlıydı ki?
Etraf insanla doluydu, hepsi bu olanca soğuğa rağmen mutluca, çılgınca eğlenebiliyordu. Muhtemelen muhteşem ötesi bir şey olmalıydı. Yüzümde ister istemez buruklukla birleşen bir tebessüm belirmişti, keşke ben de onlar gibi olabilseydim… Bir yıl öncesine kadar bu cümleyi kuracağım aklıma gelmezdi ama evet keşke ben de sıradan olabilseydim çünkü sıradanlıktı mutluluğu getiren, basitlikti… Her gün konuştuğum, gördüğüm, muhabbet ettiğim o basit hemen anlaşılan insanlardı mutlu olanlar. O kadar tahmin edilebilirdi ki bu insanlar onların ne söyleyeceklerini, olaylara nasıl tepkiler verebileceklerini, zayıf yönlerini yani kısaca her şeylerini hemen çözüyordum. Bu kadar yüzeysel olan insanlar mutluydu işte.
Keşkelere daha fazla dayanamayıp kendimi birden sırt üstü karlara bırakıp gri gökyüzünü seyre dalmaya başladım. Gözlüklerimin camlarına gelen kar taneleri görüşümü kapatmaya başlamışsa da umursamadım, kıpırdamak dahi istemiyordum. Gözlerim kapalıyken aklıma sürekli takılan bir sözün arkada çalan şarkıda geçtiğini fark ettim: dışarıda kar yağıyor benim içime yağmur… Yıllarca bu sözün ne anlama geldiğini anlayamamıştım. Ne garipti az önce tüm insanları tanıdığımı, çözdüğümü söylerken şimdi de bir sözü yıllarca anlamadığımı söylüyordum. Gerçi bazı çözemediğim insanlar da vardı…
Her şeyin sanallaştığı çağda herkes her şeyini ortaya dökerken çözemediğim bu insanları sanallıkta var olmalarına rağmen çözemiyordum. Bu çok ilgimi çekiyordu, sanki keşfedilmeyi bekleyen göz önünde yaşanılabilir bir gezegen keşfetmiş gibi oluyordum. Onlara ulaşmaya, onları keşfetmeye çalışıyordum her defasında. Neredeyse hep çözüyordum sonunda çünkü onlar da insandı, onların da bir anahtarı vardı. Tabii böyle olunca tüm büyüleri de gidiyordu. Bazılarını da tam keşfetmesem de ne olduklarını, aslında keşfedilmeye değer olmadıklarını anlıyordum. Sonuç yine hüsrandı. Elbette herkesi tam manasıyla keşfedemezdim ama nasıl düşündüklerini, nasıl hareket ettiklerini bilmek yetiyordu bana. Bazen de sadece bir şey arayıp onu bulamadığım için keşfettiğim(!) insanlardan uzak duruyor gibiydim.
Kader denen şeye ne kadar inanmak istemesem de hep var olduğunu iliklerime kadar hissederim. Kader bana hep dersler verir, hep aklımı başıma getirir. Yine böyle bir ders vermişti, karşıma hiç çözemediğim birini en zayıf yerimden vurarak çıkarmıştı. Çözemedikçe, düşündükçe daha da çok keşfetme arzusuyla doldum, diğer insanları düşünmez, keşfetmez olmuştum. Halbuki eskiden her ne kadar sonu pek mutlu etmese de tüm o keşif süreci çok keyif verirdi. Şimdilerde hiçbir şeyde tat almayışımın sebebi bu olmalıydı, kendime en çok güvendiğim konuda elimin neredeyse tamamen boş olmasındandı muhtemelen.
Bu fark ediş muhteşemdi, büyük bir açığın görülmesiydi bu, büyük bir uyanışın, prangalardan kurtulmanın ilk adımıydı bu. Peki sırada ne vardı, nasıl kurtulacaktım bu zincirden? Bu da muhtemelen bir sonraki ilham zamanında ortaya çıkacak bir şeydi.
Daha bir dakika olmadan hemen yerden kalkıp tekrardan evime doğru başım her an rükuya gidecek şekilde eğilmiş ama bu defa burukluk olmayan bir tebessümle hızlı hızlı yürümeye başladım, zira bu an kayıt altına alınmalıydı…