Boğazın kenarındaki bir bankta oturuyordu yanında hiç tanımadığı bir yaşlı adamla. Yine düşünceler içinde fethetmeye, ele geçirmek istediği şehre bakıyordu. Biliyordu içten içe; ya onu da yutacaktı ya da başka yerlere sürgün edecekti bu şehir. Hep sürgün edileceğini düşünüyordu, tüm emareler de bunu göstermekteydi lakin bu iki kıtalı şehir yine sinsice hareket etmişti ve neredeyse tamamen yok etmek üzeriydi bu hırslı, umut dolu genci…
Bu dünya başkentine geldiğinden beri tüm hayatı değişmiş resmen istediği konuma adım adım tırmanıyordu. Hatta bir an şehrin hakimi bile olabileceğini bile hayal edebilme cüretini göstermişti. Göstermişti fakat hesaba katmadığı bir şey vardı şehir ona her şeyi veriyordu. Bu güzel bir şeydi çünkü statüsü olmuş, sevdiği şeyler işi olmuş, gücü olmuştu ve daha nicesi ama şehir ona bir şeyi daha vermişti hiç hesaba katmak istemediği bir şeyi…
Hayat sırrını çözenlerdi bu genç, o basit formülü çözmüştü; bu formülü uyguladığında istediği her şeyin olacağını bilenlerdendi. Bu formül öyle bir formüldü ki sadece ne yapması gerektiğini değil ne yapmaması gerektiğini de söylerdi. Örneğin başarılı olmak istiyorsa pes etmemesi gerektiğini, kendine dokunmayan tüm kötülüklere aldırmaması gibi şeyleri bile söylerdi.
Bu yapılmaması gerekenler yapılması gerekenlerden daha çok önem arz ediyordu. Böyle olduğu için de şehir sinsi hamlesini bu alandan yapmıştı. Hiç olmaması gereken bir şey olmuştu, tüm kişiliğine, mantığına ve formüle ters bir şeydi bu: birine karşı tüm gardını indirmiş, onu görünce tüm düşünceler aklından uçup gitmiş, tüm hayalleri onsuz olmaz olmuştu… Bu tüm düzeni alt üst eden bir şeydi. Bu şehir bu gence en çok istediği şeylerden birini vermişti, onu anlayabilen birini vermişti.
Vermişti fakat evren de adeta şehre karşı gençten yanaydı ve uzun bir süre o kişiye ulaşmasına engel olmuştu. Hatta köşe bucak gizlemişti. Ulaştığında ise ona kendini anlatabilmesi daha uzun bir zaman mal olmuştu fakat şehir kazanmaya kararlıydı. Bir şekilde herkesin yine imkansız dediği şeyler emarelerini gösteremeye başladı. Bir süre sonra karşılıklı konuşabilecek duruma gelmişler hatta gencin hayatındaki en zor zamanında tutanacak tek şeyi de O olmuştu. O olmasaydı o zor süreçten nasıl çıkardı bilmiyordu.
Bir anda her şey çok güzel olmuştu gencin İstanbul’u ele geçirmek için çabaladığı şeyler katlanarak daha iyi duruma gelmiş ve genç hep aradığı o saf mutluluğu tam olmasa da tadabilmişti. Her şey iyi olamayacak kadar güzeldi. Tarihin kaderini yüzlerce defa değiştiren şehir nasıl olur da kendi silahıyla vurulabilirdi ki?
Elbette her şey bu kadar güzel olamazdı. Her şeyin güzel olduğu günlerden bir gün genç sınırı aşan bir hata yapmıştı. Bu hata çok büyük değildi ama gencin aklını başına getiren bir şeydi. Bir anda her şeyin aslında o kadar da güzel olmadığını, sadece kendini düşünerek hareket ettiğini(bu normal durumlar için en doğrusuydu formüle göre fakat ikili ilişkilerde işler böyle ilerlemiyordu) ve diğer birçok ilüzyonu gördü.
Sonrasında önemli bir şeyi daha fark etti; formül, bu zorlu yolda bu yaşlarda tek gitmesi gerektiğini söylüyordu. Asla böyle şeylerle ilgilenmemeliydi. Daha öncesinde olduğu gibi etrafına aşılmaz duvarlar örmeliydi. Büyük bir karar vermesi gerekiyordu artık; ya bekleyip su akar yolunu bulur deyip her şeyi oluruna bırakacaktı ya da her şeyi bitirip hayatına tek başına devam edecekti. O hatayı, ilüzyonu ve formülü düşünüp her şeyi bitirmeye karar verdi ve bunu uyguladı da.
Hayat, hiç beklenmeyen şekilde ilerleyen bir serüvendi. Genç de bir kere daha bu beklenmeyen durumlar içine sürüklendi. Bir anda şehri ele geçirmek için çalışamaz olmuş, hiçbir şey yapamaz olmuştu yine. Kendini zorlayarak, sevmeye sevmeye bir şeyler yapmak için çabalasa da daha ne kadar devam edebilirdi bilmiyordu. Dibi yine görmek üzereydi…
Hayattaki çok nadir pişmanlıklarından olmuştu bu, üstelik öyle bir şekilde de yapmıştı ki bunu geri dönme şansı yoktu yine. Ne yapacağını bilmiyordu. Keşke beni anlayan tek kişiyi de kaybetmeseydim demeden edemiyordu. Keşke bu yazılanları analayabilen tek kişiyi kaybetmeseydim demeden edemiyordu. Keşke bir mucize olsaydı…
Bir anda yanındaki yaşlı adam elindeki gazeteyi gencin yanına bırakıp kendinden hiç beklenmeyen bir şekilde cebinden son model bir telefon çıkardı. Yavaş yavaş bir şeyler yaptı ve sessizce kıvırcık saçlı bir kadının ağzından “Bir gün gülersin, bir gün ağlarsın / Bir gün bulursun kendini yerde / Ama belli olmaz, hayat bu inanılmaz” dizeleri döküldü. Şarkı tatlı tatlı çalarken genç evrenin taraf değiştirdiğini düşündü, tesadüf olamazdı bu. Acaba gerçekten bir mucize olacak mıydı?