Çöl sıcağının olduğu bir öğle vakti yine tek başına çıkmıştı. Daha doğrusu son ilahi dinin ibadethanesinin bahçesindeydi, her zamanki gibi. İbadet vakitlerinin dışında kimsenin olmadığı bu büyük kapalı bahçe en sevdiği yerlerdendi. Ayrıca o günkü deneyi için de en uygun yerdi. Bir mucizeyi deneyecekti, Yaratıcı’nın varlığını kanıtlayacaktı… Avucunun içinde tuttuğu efsanevi nesneyi tam bahçenin ortasına bıraktı ve hemen dua etmeye başladı. Allah’ım ne olur canlansın, Allah’ım ne olur canlansın diyordu sürekli. Hiç durmadan demeye devam etti ama hiçbir şey olmuyordu. Aklım almayacağından Allah gözümün önünde gerçekleştirmiyor deyip uzaklaştı nesneden ve gizli bir köşede dua etmeye devam etti. Bir saati aşkın süredir hiç durmadan dua ediyordu ama en ufak bir değişiklik bile olmuyordu. Neden olmuyordu? Tam da ona öğretildiği gibi çok istiyordu, Allah’tan istiyordu üstelik son zamanlarda namazların sünnetlerini bile kılıyordu…
O gün hiçbir şey olmamış ve büyük bir hayal kırıklığı yaşamıştı. Tasosundan karakter fırlamamıştı, çizgi filmlerdeki gibi olmamıştı. Biliyordu olması mantıksızdı ama Allah Ay’ı ikiye böldüren, Kızıldeniz’i ikiye yaran değil miydi? Mucize zaten olmayacak bir şeyin olması değil miydi? O çocukluk zamanlarında bu sorulara çok kafa yorup pek anlamamıştı olayı. Şimdilerde ise sadece tebessüm ediyordu, o saflığa, o inanmışlığa, o masumluğa… O olaydan bu yana inanmıyordu mucizelere. Mucizeler insanın doğasına, mantığına aykırıydı. Zaten o yüzden sadece seçilmiş kişilere verilirdi ki kendinin de seçilmiş olma ihtimali yoktu. Bu düşencelerdeyken gelen mesaj bildirimiyle irkildi. Arkadaşı biraz daha bekletecekti. Planladıklarından 20 dk sonra çıkacaklardı, canı sıkılmıştı bu duruma.
İnsanların çoğu hemen çözemedikleri bir durumla karşılaştıklarında en kolay çözümü o durumdan kaçmakta buluyordu. O da öyle yapıyordu ya da en azından öyle yaptığını düşünüyordu. Kaçtığını düşünüyordu ama O’nu göreceğini bildiği yere de hep gidiyordu. Hatta yine oradaydı, görmese de hemen birkaç metre arkasında oturduğunu biliyordu. Tüm gerginliği de canının sıkkınlığı da bundandı aslında. Bu gerginlikten kurtulmak için bir hava almaya çıktı. Birkaç dakika sonra geri geldiğinde O’nun, o mucizevi kişinin yerinde olmadığını ama eşyalarının orada olduğunu gördü, geri gelecekti yani.
Can sıkıntısı, içindeki tüm bir şeyler yapma isteğini almıştı. Öylece boş boş geceleri ayna görevi gören pencere camına bakıyordu. Aslında cama bakmasının nedeni eğer kendisi kalkmadan önce O gelirse camdan çok kısa sürede de olsa görebilecek olmasıydı. Nedense bir beş dakika daha geçince onu göremeyeceğine dair bir his oluştu içinde ya da O’nu gördüğünde çekeceği acının hissiydi bu. Tam bu sırada yeni bir mesaj daha gelmişti bir 10 dakika daha gecikecekti arkadaşı ve yukarı çıkmaya üşendiğinden eşyasını da almasını istiyordu. Yine can sıkıcı bir durumdu çünkü eşyaları alırken O’na görünmemesi imkansızdı ama hala orada olmadığından o gelmeden eşyaları alıp çıkmayı umuyordu. Bunları düşünürken aklında bir an canladı. Tam eşyaları alıyordu, rafların arasındaki koridordan giderken karşısına O çıkıyordu… Bu kadar da olmazdı. Ama yine de düşünmeden edemedi hatta karşılaşırsa ne yapacağını bile canlandırdı aklından; direkt başka tarafa yönelecekti. Böylelikle hem çok az görmüş olacak hem de…
İmkansızdı bu kadar değişkenle böyle bir şeyin olması ama hep aynı şeyi düşünmeden edemiyordu. Derken yine bir mesaj geldi ve bir 10 dakika daha gecikeceklerdi. Dakikalar geçmek bilmiyor, O gelmiyordu. Aynı hayal zihninde dönüp duruyordu. Göğsündeki sıkışıklık gittikçe artıyordu. Dakikalar nihayet bitmiş ve kalkma anı gelmişti ama yine de arkadaşına bir sormak geldi içinden. Arkadaşı da 30 saniye sonra onay cevabını verdi. Hemen kalktı eşyaları önce bulamadı, tekrar bakınca hemen buldu. Eline aldı ve hayalinde olduğu gibi ama bu defa gerçekten koridora ilerledi, iki-üç adım attı ve buuum karşısındaydı. İmkansızdı bu. Ama olmuştu işte ve tıpkı önceden canlandırmasında olduğu gibi hemen 90 derece yönünü değiştirip diğer koridora geçti.
Bir türlü inanamıyordu. Gerçekten olmuştu. Bu kadar değişkene bağlı bir olay, saniyelerin fark ettireceği an kendi elinde olmayan değişkenlerle gerçekleşmişti. Bu nasıl olabilirdi? Bu neydi? Dejavu desen değildi, tesadüf olamayacak kadar birebirdi. Evren mi mesaj gönderiyordu, kaderin mi oyunuydu?
Bu soruları sorarak yürürken fark etmişti ki daha önce de çok defa benzer şeyler yaşamıştı. Örneğin bir gün bir toplantıdan çıkıp nereye gitsem diye düşünüp karar veremeyince içinden bir ses sürekli O’nu hep gördüğü yere yönlendirmişti, O’nu göreceğini söylüyordu. O da bu sese uyup koştur koştur geçen 1 saatlik yolculuğun ardından bir ikindi vakti malum alanın inşaatı devam eden kapısından girmişti ve tam O çıkarken karşılaşmıştı. O’nu hiç bu saate çıkarken görmemişti, kendisi de hiç bu vakitlerde gelmezdi. Ama olmuştu işte tıpkı yol boyunca aklında canlandırdığı gibi olmuştu. Üstelik aynı olay iki gün sonra yine aynı yerde farklı bir zaman diliminde yine aynı şekilde gerçekleşmişti. İlki belki tesadüf olabilirdi ama ya ikincisi? Ya sürekli olan benzer olaylar?
Ta en başından mucizelerle doluydu bu serüven. O’nu ilk görüşünden, şimdiye kadar hep inanamayacağı düzeyde şeyler oluyordu. Fark etmişti ki mucizeler çoktan yer yerindeydi. Mucize demeksizin bu olayları açıklamasına imkan yoktu. Ama tek bir mucize gerçekleşmemişti. Tıpkı daha öncekiler gibi aklına canlanan bir gelecek vardı, O’nunla olan bir gelecek. Fakat durumlar tam tersini gösteriyordu, aralarındaki tüm her şey bitmiş -çok bir şey yoktu ama vardı işte yine de bir şeyler- ve tekrardan da düzelecek gibi değildi. Tüm o canlandırmalar nedendi peki? Neden bazı anlar gerçekten var oluyorken o büyük mucize neden gerçekleşmiyordu?
Belki o efsane şarkıda kıvırcık saçlı muhteşem solistin de seslendirdiği gibiydi durum: Ama belli olmaz, hayat bu inanılmaz…